Utku ŞENSOY

Doğu Akdeniz’de Türkiye ve KKTC’nin burnunun dibindeki alanda zengin doğalgaz rezervlerinin keşfi, doymak bilmeyen küresel aktörlerin bölgede yeni bir kurtlar sofrası kurmasına neden oldu. Rum-Yunan ikilisinin alışılagelen Bizans oyunlarıyla bölge ülkeleriyle kurduğu şer ittifakı, Türkiye’nin 2003 sonrası konuyu ağırdan alması sonucu bugün gelinen noktada defakto bir durum yarattı. Oysaki Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, 2003 yılında başlattığı arama çalışmalarına uluslararası zeminde meşruiyet kazandırmak için, Mısır, İsrail ve Lübnan gibi kıyıdaş ülkelerle dirsek teması içine girdi. Rum Yönetimi’nin o yıllarda yaptığı hamleler sonucu bu ülkelerle gerçekleştirdiği ikili anlaşmalara dayanıp, 2011 yılından itibaren Münhasır Ekonomik Bölge olan açık sulardaki alanları parsel, parsel küresel dev petrol aktörlerine pazarlamaya başladı. Dile kolay söz konusu olan, 20 Trilyon Kübik Kadem’ lik bir doğalgaz rezervi ya da başka bir deyişle, tüm Avrupa’nın 30 yıllık doğal ihtiyacına eşdeğer bir yeraltı zenginliği. Zaten bu nedenle atsineği gibi üşüşmeye, koro halinde hep bir ağızdan Türkiye’ye yüklenmeye başladılar. Su uyur düşman uyumaz diye boşuna söylenmemiş, yıllardır tüm bu olup bitenleri görmezden gelip, zayıf diplomatik hamleler yapan Türkiye, küresel güçleri yanına alamadığı için, haklı davasında bugün yalnız kalıp haksız konuma düşürülmüştür. Washington ile S-400/F-35 krizinin tavan yaptığı bir dönemde, Rum-Yunan ikilisinin bölge ülkeleri ve Avrupa Birliği ile ortak hareket edip Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin karşısına yaptırım tehditleriyle dikilmesi, ekonominin hassas bir dönemden geçtiği bu günlerde Ankara’nın hiç de istemediği bir durumdur. Uluslararası ilişkilerde anlık gevşemeler ya da göz ardı etmelerin bedeli büyüktür ve her zaman ilerde büyük sorunlara neden olur. Duygu ve hislerin olmadığı en önemli alandır uluslararası ilişkiler. Ülkenin bir başka ülke ile dostluğu, sevgisi ya da ebedi dostluklar / düşmanlıklar söz konusu olamaz. Sadece ülke çıkarları vardır. Özellikle bölgedeki önemli aktörler Mısır-İsrail-İran bir an olsun göz ardı etmeye gelmez. Boşluklar rakip ülkeler tarafından doldurulur. Aynı 2003-2011 arasında Rum-Yunan ikilisinin Mısır ve İsrail ile kapalı kapılar ardında Doğu Akdeniz üzerinde ortak hareket kararı alıp, bu işbirliklerini uluslararası sözde yasal platformlara oturtup bugün karşınıza dikilmeleri gibi, oldubitti ile karşılaşır yalnızları oynarsınız. Türkiye, Doğu Akdeniz’e kıyıdaş ülkelerin aksine, günümüzde geçerli olan ve 1994 yılında yürürlüğe giren, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne dahil olmadı. Rum-Yunan ikilisinin yanı sıra, İsrail, Mısır hatta bir ölçüde de Lübnan, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi temelinde karşılıklı anlaşmalar yapıp, münhasır ekonomik bölgelerinin sınırlarını çizdiler. Türkiye ise, günümüzde uluslararası platformda kabul gören bu anlaşmayı imzalayıp Doğu Akdeniz’de hak iddia eden bu ülkelerin haklarını kabul etmeyen ülke konumundadır. Dolayısıyla bölge ülkelerinin tamamı ve doğal kaynaklardan nemalanmaya gelen tüm küresel aktörler, Türkiye’ yi uluslararası anlaşmadan doğan paylaşım haklarını savunan ülkelere karşı “yasal olmayan” hamle yapan ülke konumunda görüp karşımızda cephe oluşturdular. Bugün Türkiye, bölgedeki haklılığını kabul ettirebilmek için kendine destek olacak bir müttefik kalmadığından, bu yalnızlığını donanma destekli arama faaliyetleri ile kırmaya çalışıyor. Türkiye küresel güçleri de yanına alan bölge ülkelerinin sondaj restleşmeleriyle gerçekleştirdiği bu oldubitti karşısında arama sondaj çalışmalarını sürdürüp, Doğu Akdeniz›de uluslararası yasalar kapsamında haklılığını bir şekilde anlatmalı eğer olmazsa son çare KTTC’ de deniz üsleri kurmalıdır. Aksi takdirde sadece yalnızlıkla kalmayıp, zengin kaynaklardan da olabiliriz.