Utku ŞENSOY Korona Virüse karşı alınan katı önlemlerde ikinci safhaya geçerken, normalleşmenin ilk adımlarının atılmaya başladığı bu haftada, Korona virüsle mücadeledeki önemli kazanımları en ufak bir rehavette kaybedip her şeye sil baştan başlayacağımızı unutmamız lazım. İranlı bir dostum, “virüs kontrol altına alınmaya başladığı süreçte nevruz bayramındaki yoğunluğun ardından erken bir yeni dalga ile karşı karşıya kaldık” dedi. Gevşeme ve erken rehavete kapılma, İran örneğinde olduğu gibi ikinci dalganın çok daha sinsi ve yıkıcı olmasına neden olabilir. İran gibi sosyal mesafe kurallarını erken bir kararla hafifleten Güney Kore de, gece eğlenmek için dışarıya çıkanlar nedeniyle vaka sayılarında artış yaşanınca, gece kulüplerini kapatma kararı aldı. Halkının disipliniyle bilinen, Korona virüs salgınında örnek ülke olarak gösterilen Almanya bile, sokağa çıkma kısıtlamalarının hafifletilmesinin ardından vaka sayısı arttı. Birinci Dünya savaşı günlerinde, Mart 1918’deki İspanyol gribi Aralık ayında yavaşlayınca önlemler kaldırıldı Ocak 1919’da salgın yeniden başladı. İspanyol Gribi pandemisi bir yılda 50 milyonun üzerinde insanı öldürmüştü. Bu rakam Birinci Dünya Savaşında ölenlerden çok daha fazlaydı. Birinci Dünya Savaşı cephelerinde başladığı düşünülen virüs, evlerine dönen 20 ile 40 yaş arasındaki erkeklerde daha öldürücüydü ve bu askerler tarafından dünyaya yayıldı. 1957 yılındaki Asya Gribi pandemisi ise, Çin’den başlayıp, Amerika ve Avrupa kıtalarına yayılmış, o da bir sonraki etkisini sürdürüp 24 milyon kişinin ölümüne neden olmuştu. Tarihteki bu verilerden ders almamız lazım. Bu tür güçlü virüsler karşısında tedbir elden bırakılıp gevşeme yaşandığında ertesi yıl da etkisini sürdüreceğinin bilincinde olmamız lazım. Bu çerçevede ülkemizde son dönemde Bilim Kurulu’nun da tavsiyelerinden yola çıkan hükumetin attığı bazı normalleşme adımları konusunda dikkatli davranmak gerekir. Zaten bu tür adımlar, sosyal medyada yoğun biçimde tartışılmaya başlanıp bazı soru işaretlerine neden oldu. Van ‘ın İpekyolu ilçesinde taziye çadırının ardından, bir anda vaka sayısının 75’ e yükselmesi aslında hepimiz için önemli bir uyarı niteliğindeydi. Böylesine sinsi bir virüsün kol gezdiği bir ortamda, tüketime dayalı neoliberal sistemlerin simgesi olan AVM’ lerin açılması, pazar yerleri ve kuaförlerin çalışmaya başlaması, sosyal medyada, “bayram sonrasına kalamaz mıydı?” şeklinde kaygılar yüksek sesle telaffuz edilmeye başlandı. Umarız gerekli sosyal mesafe ve hijyen koşullarına azmi dikkat edilir. Yine, son kararların ardından, Bodrum-Marmaris gibi sahil beldelerimizdeki yazlıklarına akın edenleri medyadan takip ederken yüreğimiz ağzımıza geldi. Aydın’dan Hatay’a kadar Ege ve Akdeniz sahillerinin açılması kararı için, “biraz erken değil mi?” görüşleri dile getirilmeye başladı. Virüsün o beldelere taşınması halinde, yeterli sağlık personeli, yoğun bakım ünite ve imkanına sahip olmayan bu bölgelerde mücadele nasıl sürdürülecek? Turizm ülkemiz ve ekonomimiz için tabii ki de çok önemli, ancak güneşimiz, denizimiz de bir yere kaçmıyor, çok şükür yerinde duruyor, varsın Haziran sonu geç açılsın, geç kapansın sezon. Keza Türkiye Futbol Federasyonu’nun, ligleri Ağustos ayından önce başlaması kararı yine tartışılan konular arasında yer alıyor. Sağlık Bakanının sorumluluğu yüklediği Futbol Federasyonu’ nun bu kararı üzerinde, “bir kez daha düşünülmesi gerektiğini” savunanlardanız. Hadi Süper Ligin hatta birinci ligin durumu, yayın gelirleri ile Avrupa’ya gidecek ve Süper lige çıkacak takımlar açısından bir nebze olsun anlaşılabilir. İkinci, Üçüncü ve BAL liglerinin (Spor Toto Bölgesel Amatör Lig) böylesine kritik bir dönemde başlatılması, zaten ekonomik sıkıntıları olan bu takımların geliş gidişleri bakımından ciddi korunma sıkıntıları da doğuracaktır. Bazılarımız, alınan tüm bu kararların yetkililer tarafından enine boyuna hesaplanıp, düşünülerek alındığını ve hiç de erken olmadığını, bizden daha kötü tablolara sahip birçok Avrupa ülkesinde katı kuralların yumuşatılıp, normalleşme adımlarının çok daha ileri düzeyde atıldığı savunabilir. Ancak unutulmaması gereken, bizim insanımız, çok daha korkusuz, cesur ve ataktır. Daha da önemlisi, rasyonellikten ziyade duygularıyla, kendi görüş ve inançlarıyla hareket etmeyi tercih eden Anadolu insanı, kaderciliğin de getirdiği, “bize bir şey olmaz” tavrıyla bazen bu tür hassas konuları pek de umursamayabiliyor. İşin ucunda maddi cezalar, ciddi yasaklar ve kısıtlamalar olmasa tablo çok daha ağır olurdu. Bu tür davranış biçiminde olanların önce kendisini ve yakın çevresini, ardından tüm yurttaşları tehlikeye attığının farkında olmasının sağlanması için sürdürülen çabaların tavizsiz devam etmesi gerekir. Sağlık çalışanlarımızın büyük bir özveri ile insanüstü gayret sergilediği bu zor dönemde, sözleri dikkatle dinlenen Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın bu yöndeki uyarı ve telkinlerinin ekranlardan daha yoğun biçimde sürdürmesinin yerinde olacağı görüşündeyiz. Evlerimizde kapalı olup ailelerin iç içe yaşadığı bu dönemde, gerek salgın korkusu, gerekse ekonomik sıkıntılardan tüm dünya gibi bizler de hayli bunaldık ve doğal olarak sinir katsayımız yükseldi. Ancak anneler gününü idrak ettiğimiz haftada, tüm annelere ve kadınlarımıza yönelik şiddet, saldırı, taciz ve tahakkümün son bulup, her türlü şiddetten arınmış, saygı ve sevginin öne çıktığı huzurlu bir toplum olabilmek umuduyla.