1860 yılına gelindiğinde Takvim-i Vekâyi artık "devlet haberciliği"ni bırakmış; yalnızca atama, resmî ilan ve kanun değişiklikleri ile mer-i mevzuata dair metinleri yayınlıyordu. Basın tarihimizde, devletten para yardımı aldığı için "yarı resmî gazete" olarak kabul edilen Ceride-i Havadis ise yayınlarına devam ediyordu. Gazeteyi çıkaran William Churcill bir süre önce vefat etmiş, yerine oğlu Alfred geçmişti.
Aynı yıl Tercüman-ı Ahvâl'in yayın hayatına başlaması Ceride-i Havadis'in genç patronu "Oğul Churchill'i tedirgin etmişti; çünkü artık karşısında "yerli" bir rakip vardı. Ceride-i Havadis, son 20 yıl boyunca (Takvim-i Vekây-i'yi saymazsak) rakipsiz "gazetecilik" yapmıştı. Churchill, zaten sınırlı bir tiraja sahip olan gazetesinin yeni dönemde ayakta kalabilmesi için Tercüman-ı Ahvâl ile rekabete girmesinin kaçınılmaz olduğunu görüyordu. Rekabet sürecindeki ilk salvo da Ceride-i Havadis'ten gelecekti...
Şinasî, Osmanlı toplumundaki feodal ilişkileri ve "Görücü Usülü"nü eleştirdiği "Şair Evlenmesi" adlı tiyatro eserini tefrika halinde yayınlayınca, gazete halkın dikkatini çekmişti. Tefrika sayesinde tirajı hatırı sayılır bir biçimde artmış; okuma-yazma bilen sıradan Osmanlı vatandaşları dahi gazeteye ilgi göstermeye başlamıştı. Hiç şüphe yok ki, Ceride-i Havadis'in bir kısım okuru da artık Tercüman-ı Ahvâl okuyordu.
Alfred Churhcill, yeni gazetenin toplumda gördüğü karşılığı hazmedememişti. Batılı tarzda yazılmış ilk Türk tiyatro eseri olan Şair Evlenmesi'nin tefrikalarını kendi gazetesinde alaya alarak küçümsemiş; ondan "Kocakarı Masalları" diye söz etmişti.
Tabii ki, tefrikaların sahibi Şinâsi'nin cevabı gecikmeden gelmişti. Ertesi gün Tercüman-ı Ahvâl'de yayınlanan bir yazıda, "Miyop Churchil"in uzağı seçemediği gibi hakikatleri de göremediği vurgulanıyordu. Yazıda, Alfred Churchill'in, yeni gazeteyi çekemediği için karalama yaptığı öne sürülüyordu.
Okurların merakla takip ettiği basın tarihimizin ilk kalem kavgasında Tercüman-ı Ahvâl, Ceride-i Havadis'in İngiliz patronunu çok sert bir üslûpla eleştirmekle kalmamış; O'nu yumuşak karnından vurmuştu. Gazetenin imtiyaz sahibi Âgâh Efendi'nin kaleme aldığı tahmin edilen bir yazıda, Ceride-i Havadis'in devletin maddî desteği sayesinde yayın yaptığı, bu husustan "bihaber" olan halka şu sözlerle duyurulmuştu:
"Devlet-i Aliyye’nin müsaadesi ile gazete çıkarmaya ruhsat almış ve devletten maaş bağlanmış ve yardım görmekten başka şimdiye kadar dilimizde ondan başka gazete olmadığı sebebiyle çaresiz ona rağbet edildiğinden, epeyce vakit işini uydurmuştur..."
Polemikler, kavgalar günlerce sürdü. Âgâh Efendi, Tercüman-ı Ahvâl'i küçümseyemeye devam eden Churchill'e hakikaten çok sinirlenmişti. Bir başka yazıda Churchill'i yeniden hedef alan Âgâh Efendi bu kez, Tercüman-ı Ahvâl'in "Ehl-i İslam", Ceride-i Havadis'in ise "Gayrımüslim ve İngiliz" olduğunu yazdı. Âgâh Efendi, daha ileri giderek, Ceride-i Havadis'in İngiliz menfaatlerin lehine yayınlar yaptığını öne sürünce, Bâb-ı Âli Hükümeti devreye girdi. Hükümet, her iki gazete patronunu Bâb-ı Âli'ye davet ederek, gazeteler arasındaki kavganın sona erdirilmesi için uyardı.
Bâb-ı Âli Hükümeti, doğrudan "Sultan Abdülmecid'in selamı"nı ileterek, Âgâh Efendi'nin haddi aşan ağır ithamları sebebiyle Churchill'den özür dilemesini istedi. Âgah Efendi Saraydan gönderilen "selam" (Siz onu 'emir' diye okuyun) üzerine, gazetesinin 51. Sayısı'nda yayınladığı bir yazı ile Churchill'den özür dilemek zorunda kaldı. Anlayacağınız, Osmanlı-Türk matbuatında, iki gazete arasındaki ilk kalem kavgası, bizzat padişahın müdahalesiyle sona erdirilmiş oldu.
Sultan Abdülmecid, Müslüman halkın gözünde hem devletin hem de Tercüman-ı Ahvâl'in itibarını ihya etmek için Âgâh Efendi'yi beş bin kuruş maaşla Postahâne-i Âmire Nâzırlığı'na tayin etti. Böylece Padişah, dolaylı bir biçimde Tercüman-ı Âhvâl'e de para yardımı yapmış olacaktı. Ne var ki Âgâh Efendi, bu tayini kabul ederek, gazetenin editoryal ve fikrî bağımsızlığına iktidar gölgesi düşürmüştü.
Şinâsi, bu hadiseden bir müddet sonra kendi başına yeni bir gazete çıkarmak için Tercüman-ı Ahvâl ile yollarını ayıracaktı...