Kıbrıs adasının iki halkı arasında adı ne olur ise olsun bir siyasi uzlaşma sağlanmasının iki halkın yanı sıra tüm bölge ülkelerine ve özellikle Türkiye ve Yunanistan’a ekonomik açıdan çok büyük ödül getirecektir. Boutros-Boutros Ghali ve Kofi Annan gibi bu günün Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres de bu görüşü savunmakta, çok uzun süredir çeşitli uluslararası düşünce kurumları analizlerinde bu durumu vurgulamaktadırlar. 27-29 Nisan günlerinde Cenevre’de “gayrı resmi” olarak toplanacak 5+1+1 Kıbrıs konferansı öncesinde tekrar adada varılacak anlaşmanın ne büyük ekonomik ödülü olacağı haberlerinin, yorumlarının yaygınlaşması tabii ki sebepsiz değildir. Özellikle taraflardan bir tanesi hem “Federasyondan başka bir şey görüşmem, ama Türklere politik eşitliği vermenin de şatları var” gibi absürt bir çizgide ise başarısızlık neredeyse kesin gibidir diyebiliriz. Keza, taraflardan diğeri “Biz oraya niye federasyon olamaz, niye iki devletli çözüm olmalı onu anlatmaya gidiyoruz, başka bir şey konuşmayız” diyorsa, başarısızlık yine kesindir, Cenevre zirvesi zaman ve kaynak israfı olacaktır. Taraflardan birisi diğer şartların yanı sıra “Çözüm için garantiler sona ermeli, Türk askeri çekilmeli, Maraş ve Omorfo (Güzelyurt) geri verilmeli, Türk tarafı %28.2 toprak oranına gerilemeli, tüm göçmenler evlerine dönebilmelidir” demekte ısrar ediyor ise, bu tutum açıkça diplomatik tabirler “non-starter” bir tutumdur. Elbette “Garantileri konuşturmayız, asker tedricen çekilir ama güvenlik sağlayacak büyüklük korunmalıdır, toprak tavizi vermeyiz, sadece sınır düzeltmesi yaparız, Rumların kuzeye dönüşü söz konusu değildir” gibi bir tutum da açıkça “uzlaşma yapmaya niyetim yok” demenin bir başka şeklidir. Çözüm için her iki taraf da acı ödün vermeye, uzlaşmaya hazır olmalıdır. Ancak, temelde bir ana soruya cevap vermek sürecin geleceğinin ne olacağını şekillendirecektir. 1960 tarzında fiili federasyon yapısında üniter devlet de olsa, AB içerisinde iki devletten oluşan dolaylı bir federasyon da olsa, veya iki devletten oluşan bir konfederasyon da kurulsa, temelde iki halkın egemenliği, gücü paylaşması, ayrı ayrı kendi geleceğini belirleme ve olur da tekrar bir sıkıntı oluşur ise 1963-1974 durumu gibi iki halkın da kendi geleceğini belirleme hakkının kabulü olmak zorundadır. Guterres ve adada çözüm olmasını arzu eden uluslararası oyun kurucular başarılı bir sonuç almak istiyorlarsa bu durumu dikkate almak zorundadırlar. Avrupa’nın şımarık çocukları statüsünü layıkıyla hak eden Kıbrıs Rum kesiminin çözümden bir çıkarı olmayacağı, adanın tek meşru hükümeti unvanını Kıbrıs Türkleriyle “kendilerine ait olanı geri almak için” paylaşmak istemiyorlar ise başarılı sonuç almanın tek yolu çözüm olmaz ise nasıl bir fatura ödeyebileceklerinin masaya konmasıyla mümkün olabilir. “KKTC’yi tanırız” falan gibi bir söz, tabii ki isteriz ama, zor. Ama artık AB üyesi olmayan ve “kulüp üyeleri arası dayanışma” yükümlülüğünden de kurtulan İngiltere’nin ve diğer AB-dışı ülkelerin, mesela, sivil kiralık ve özel uçuşların Ercan’a yapılmasına izin verebileceğini söylemesi bile çözüm motoruna gaz vermeye kanımca yetebilecektir. “Crans Montana’da treni kaçırdık ama şimdi ardından koşup yakalayacağız” diye özetlenen Rum siyaseti sanki çöken görüşme süreci yeniden canlandırılabilir, görüşmeler kaldığı yerden devam edebilirmiş gibi bir tutum tabii ki ciddiyetten yoksundur. Bu yaklaşım bile Cenevre’de başarısızlığın ne kadar yakın olduğunu sergilemektedir. Türk tarafının iki devletli çözüm istemi sebebiyle sürecin sıkıntıya gireceği iddiası çökeceği kesin bir toplantıya günah keçisi aramaktan başka bir şey olmayacaktır. Çözüm hem adadaki iki halkın refahı ve geleceği açısından hem de gerek Türkiye ile Yunanistan ve Türkiye ile AB ilişkilerinde yansımalar doğuracaktır. Doğu Akdeniz enerji kaynakları, Doğu Akdeniz havzası ülkeleri arasındaki ilişkiler ve çözümün ortaya çıkaracağı muazzam ekonomik potansiyel ihmal edilmemelidir. Ancak Cenevre’de kaçınılmaz görünen fiyaskonun da tüm taraflara bir faturası olacaktır. Konu Türkiye’ye uygulanabilecek AB yaptırımlarıyla ve yansımalarıyla da sınırlı olmayacak, salgın ile iyice kırılgan hale gelen tüm ekonomiler üzerinde ciddi bir siklon oluşturabilecektir. Kısaca, sadece havuçla bu iş yürümez. Değneğin de ucu gösterilmesi gerekmez mi?

ELVEDA ERSİN HOCA

Çok değerli bir dostum, Türkiye dış politika eğitiminin çok önemli bir beyni, Prof. Dr. Ersin Onulduran geçtiğimiz hafta ebediyete göç etti. Türk dış politikasına, özellikle Türkiye-Amerikan ilişkilerine ve tabii Kıbrıs konusundaki çalışmalara çok büyük katkılar koyan, destek veren Onulduran hocamızı hep saygıyla hatırlayacak ve anacağım. Nur içinde yatsın. Değerli ailesine sabır ve dayanma gücü dilerim.