Evde, dışarıda işte her yerde kadınların eli var, dünyanın yükü onların omuzlarındadır. Hep böyle açıklanır geçiştirilir geçilir. Oysa bunların hepsi bir sorundur. Bu ortada bir 'Kadın Sorunu'nun var olduğunu gösterir. Bu sorun baskı, özgürlük ve sömürülme gibi diğer toplumsal sorunlardan ayrı değildir.
Bugün 8 Mart.
Bugünün diğer günlerden farklı kılan “Dünya Kadınlar Günü” olarak ilan edilmesi.
Neden bugün? Çok yazıldı çizildi ama ben bir kez daha hatırlatmak istiyorum. 8 Mart 1857’de emeğine sahip çıkmak isteyen 40 bin kadın, çalıştıkları dokuma fabrikasında greve giderler. İstedikleri tüm işçilerin istediğiydi: İnsanca çalışma ortamının sağlanması, eşit işe eşit ücret, özlük haklarının sağlanması gibi en doğal ve en saf taleplerdi. O gün de bugün olduğu gibi karşılarına polis çıktı. Greve giden kadınları fabrikaya kilitledi. Sonra çıkan yangında 129 kadın işçi yanarak can verdi. Fabrika bilerek mi ateşe verildi yoksa kazara mı yangın çıktı orası hâlâ meçhuldü. Bilinen tek şey dünyanın var oluşundan bu yana kadınların yaşam ve özgürlüğünün ifadesinin orada o gün simgeleştiğidir. Aslında yaşanan bu olay, kadının sınıfsal direnişin günüdür, bugün. Yani 8 Mart, kadının sorununun toplumsal bir sorun olduğu gerçeğinin kanıtıdır. Bugün kadın işçilerin emeğinin sömürüldüğünün kanıtıdır.
Evde, dışarıda işte her yerde kadınların eli var, dünyanın yükü onların omuzlarındadır. Hep böyle açıklanır geçiştirilir geçilir. Oysa bunların hepsi bir sorundur. Bu ortada bir Kadın Sorunu’nun var olduğunu gösterir. Bu sorun baskı, özgürlük ve sömürülme gibi diğer toplumsal sorunlardan ayrı değildir. Bundandır diyorlar, kadın yaşam ve özgürlüktür diye… Neden mi? Kadına yönelik baskıyı ortadan kaldırmak ve sömürüsünü engellemek için bir değişime ve bu anlayışın tesis edilmesine acil olarak ihtiyaç var. Çok basit haliyle düşünelim, kadının taşıdığı yükler, yaşadığı sorunlar nelerdir? Çünkü evdeki yükler temizliktir, yemektir, hastalıktır, çocukları doğurmaktır, büyütmesidir, okuludur, sağlığıdır, ebeveynin bakımıdır, mutfağın ekonomisidir. Dışarıda derken iş hayatında var olmaya çalışmasıdır, emeğinin hakkının yenmesidir, çalışma koşullarının kötü olmasıdır, az ücret almasıdır, erkek egemen dünyada var olma mücadelesidir, dinsel baskı altına alınarak onu yok saymaktır, ikinci sınıf olarak nitelendirilmesidir. İşe ya da çarşıya pazara her nereye işte gidiş gelişlerinde yaşadığı tedirginliktir. Giyimine kuşamına ayrı özen göstermesidir. Ya iç dünyaları? Arkadaşlıkları, dertleri, hüzünleri, aşkları, mutlulukları bir yük haline getirilerek omuzlarına yüklenir. Kendisinin ki yetmez kocasının, çocuklarının, dostlarının, yakın akrabalarının da aynı sorunlarını üstlenir. Bu yükleri omuzladığını söylemeye çalıştığında erkek egemenliği karşısına çıkar. Meydanlar, caddeler, sokaklar kapatılır. Korkarlar. Devlet bilir ki, dünyanın yükünü omuzlayanlar dünyayı yaratanlar ve onu değiştirecek olanlardır. Çünkü kadının varlığıyla gelen değişimi kimsenin görmemesi mümkün değildir.
Peki, Kadın Sorunu nasıl giderilmeli? Ünlü alman siyaset kuramcısı August Bebel, şöyle diyor:
“Bizim amacımız, burjuva süfrajetlerinin istediği gibi, bugünkü düzen içerisinde kadın erkeğe eşit sağlamak değil, bundan daha ileriye giderek bir insanı, diğer insana muhtaç yapan bağları kırmak, her iki cinse de özgürlük vermektir. Kadın sorunun çözümlenmesi, toplumsal sorunların, toplumsal düzen sorunun çözümlenmesi demektir.”
Yani toplumun kurtuluşu ve refahı, kadınların kurtuluşundan ve refahından geçer. Kadınlar özgürlüğüne kavuşmadan toplumlar da özgürlüğüne kavuşamaz.