Süper Lig’de 28 hafta tamamlandı, geriye sadece 10 maç kaldı. Sezonun 4’üncü haftası dışında son 4 sıraya hiç inmemişti Ankaragücü. Fikstürün üçte ikisi tamamlanırken, düşme korkusunu ilk kez derinden hissetmeye başladı.
Peki nasıl oldu da üç gün önce Fenerbahçe’yi 3-0 mağlup eden takım, ligin son sırasındaki İstanbulspor ile oynadığı maçı kazanamadı? Futbolun içinde bu da var. Evdeki hesap kimi zaman çarşıya uymuyor. Maçın içinde bir kırılma anı, hesapları altüst ediyor.
Kaleci Ertaç Özbir’in zamanlama hatası Pazar mesaisinin kırılma anıydı. İstanbulspor’un savuma arkasına attığı uzun topu ceza alanı dışında karşılamak isteyen Ertaç, rakip takımdan Emir Kaan Gültekin ile çarpıştı. İki futbolcu hastanelik olurken, Ertaç’ın kırmızı kartla oyun dışı kalması Ankaragücü’nün tüm planlarını bozdu. 45+8’inci dakika oynanırken Loshaj’ın attığı golle de sarı lacivertliler için kabus anları başladı.  
Peki bu kabustan kurtulmak mümkün mü? Geçen hafta bu köşede “Hangisi gerçek Ankaragücü?” sorusunu sormuştum. Çünkü öyle görülüyor ki bu takımın oyuncuları maç seçerek oynuyor. İyi konsantre olunca en güçlü takımlara kafa tutuyorlar ama rakibi hafife aldıklarında da kendilerine hiç yakışmayan hatalar yapıyorlar.
Bardağın dolu tarafı, mevcut takımın iyi oynama potansiyeline sahip olması.  Teknik kadro ve oyuncular motivasyonu yeniden sağlayabilirse iki – üç hafta içinde düzlüğe çıkmak mümkün. Bardağın boş tarafı ise ürkütücü. Samsun deplasmanından başlayarak basit hatalara son verilmez ise yolun sonu yeniden 1. Lig’e çıkar.
Ankaragücü tribünleri Azer Bülbül’ün “Çoğu gitti, azı kaldı” şarkısını çok sever, çalındığında eşlik eder. “Yandık sevda ocağında, hep gül olsun kucağında. Geldik yolun en sonuna. Çoğu gitti, azı kaldı.” Bakalım hikayenin sonu bu kez nereye varacak.