‘’Dayanamayacağın bir noktaya geldiğinde, sakın vazgeçme! Çünkü orası gidişatın değişeceği yerdir.’’ RUMİ

Kocaman Dünyada yaşayan, milyarlarca insandan sadece birisin. Yaşadığımız yer, ırkımız, dilimiz, ailemiz ve burada yaşayacaklarımız düşünüldüğünde, kader denilen yazgımızı biz mi seçtik yoksa yaradan bize neye ihtiyaç duyuyorsak onu mu verdi? Bizden istediği neydi acaba, biz bu dünyaya ne yapmak üzere geldik ve ne yapıyoruz? Yaptıklarımızdan, yapmadıklarımızdan veya kendimizden razı mıyız ya da sizce yardan bizden ve yaptıklarımızdan razı mı?

İnsan hikayesini kendi mi yazar, yoksa yazılmış bir hikayeyi yaşamaya mı gelir, bu dünyaya? Yaradana, inanırsınız veya inanmazsınız bilmiyorum ama sonuç olarak bir şekilde bu dünyada varlığımızla ne kadar yer kaplamak istediğimizi ve kim olmayı tercih ettiğimizi düşündüğümüzde, bizim de bir irademizin ve seçme hakkımızın olduğunu söyleyebiliriz.

Okuduğum ve etkilendiğim bir yazıda şöyle diyordu ’’Alkolik ve uyuşturucu bağımlısı bir adamın, ikiz oğulları vardır. Çocuklar aynı ortamda büyüdükleri halde birisi babası gibi bağımlı ve suç işleyen biri olurken, diğeri oldukça başarılı bir işadamı olur. Bu iki çocuğa bir soru sorulur, ’’Neden bu şekilde  yaşamayı tercih ettin?’’ ve ikisinin de verdiği cevap aynıdır.’’ Böyle bir babaya sahipken başka seçeneğim yoktu’’ Çok ilginç değil mi? Sonuç olarak bakıldığında, aynı durumda olan iki kişi var ve biri babası gibi olmayı tercih ederken, diğeri ‘’Ben senin gibi olmayacağım’’ deyip ortaya bambaşka bir hikaye çıkarıyor. Bazen koşullar çok kötü olabilir ama o koşullarda yaşamak istemediğine kararlıysan mutlaka bir çıkış kapısı vardır. O kapı belki görünür değildir fakat biz kararlı olduktan sonra, cesaretle alınmış kararlarla, doğru seçimleri yaptıkça, karşılaştığımız insanlar veya olaylar bize yeni kapılar açacaktır. Her zaman doğru kapıyı seçmek zorunda değiliz bazen doğru kapıyı bulmanın yolu, önce yanlış kapıdan geçmektir.

Cesaret bir insanın sahip olabileceği en önemli duygulardan biri diye düşünüyorum çünkü bizler çoğu zaman korkularımızın esiri oluyoruz. Daha çok kötü olasılıkları düşünerek, adım atmaktan korkuyoruz. Dostoyevski nin çok güzel bir sözü vardır, der ki ‘’Yanlış trene bindiğinizde ilk istasyonda inmeye çalışın, çünkü mesafe ne kadar artarsa, dönüş maliyeti de o kadar artar. ’’Artık gitmeniz gereken bir yerde, korku içinde kalmaya devam ettikçe ödediğiniz bedeller giderek artar hatta bedeninizi hasta ederek, kendi yok oluşunuza şahitlik edebilirsiniz. Kendinizi, ruhunuzu duymazdan ve görmezden gelmeyin. Son yıllarda yapılan araştırmalar otoimmün hastalıklar (nedeni bilinmeyen) dediğimiz hastalıkların daha çok kurtarıcı olmayı tercih etmiş insanların başına geldiğini göstermektedir. Kimdir kurtarıcı insanlar? Çevresindeki insanların ihtiyaçlarını, mutluluklarını, konforunu, kendinden önce düşünen, onların sorunlarını çözmeyi görev edinen, kendi için değil başkaları için yaşayan insanlar diyebiliriz. Bu insanların sonu, tükenmişlik duygusu veya maalesef kendine dönmesi gerektiğini anlamanın en ağır bedeli olan, bir hastalık tablosu ile baş başa kalmaktır. Bu nokta çok hassas ve farkındalık gerektiren bir noktadır. Kişi uzun süredir, iç dünyasında baş edemediği duygusal bir çöküntü içindeyse, ruhunda başlayan sıkıntılar bedeninde de sirayet etmeye başlar. Bazı hatalar yapmış olabiliriz, yanlış seçimler yapmış, yanlış kararlar almış olabiliriz bazen olaylar bizim dışımızda, yakın çevremizde de gelişebilir. Bir çözüm olmalı diyerek bir çıkış noktası bulmak için kendimizi eyleme geçirmek zorundayız. Bazen çok üzülürüz, yoruluruz, hiçbir şey yapmak istemeyiz, biraz dinlenmek iyi gelebilir ancak bazen de kötü hissederken kendimizi eyleme geçmeye zorlarsak çoğu zaman yanlış kararlar verilebiliriz. Yanlış zamanda erken alınmış bir karar veya geç kalınarak alınmış doğru bir kararda zamanın önemini göze almalıyız. O halde doğru zamanda, biz hazırken doğru hamleyi yapmak gerekir.