İrlandalı yazar Samuel Beckett, ünlü “Godot’yu beklerken” eserinde, eylemsizliklerine yenilmiş insanların, bir kişi mi yoksa nesne mi olduğunu dahi bilmedikleri Godot’yu beklemesini anlatır.
Tıpkı Ankaragücü camiasının bir ümit, bir kurtarıcı araması gibi.
Beckett’ın o “absürt tiyatro” eseri, çıplak hakikatle yüzleşmenin getirdiği yıkımın içerisinden çıkmış bir eserdir. Tıpkı milyonlarca lira para harcanan takımın son sürat küme düşmeye ve yıkıma doğru ilerlediği hakikatiyle hala yüzleşemeyenlerin içinde bulunduğu absürt durum gibi.
Transferde hata üstüne hata yapan yönetim, hafta başında çareyi yine hoca değişikliğinde aradı ama bu takımın başına dünyanın en iyi teknik adamlarından bir komisyon kursanız nafile. Geçen perşembe idmanı izlemeye gittiğimde, yeni hoca Mesut Bakkal takımı play-off yükselme grubuna yükseltebileceği inancındaydı. Belli ki 115 yaşındaki Ankaragücü’nün adına aldanmıştı. Öyle bir inanca sahip olması elbette güzeldi ama Bakkal’ın da fark etmediği hayatın gerçekleri tam aksi yöndeydi.
Gençlerbirliği maçının ardından ise bu kez gerçeklerle yüzleşen bir teknik adam vardı karşımızda. “Hiç antrenman yapmasanız bile ve hiçbir şey anlatmasanız bile bu kadar tepkisiz olunmaz, olmaması gerekiyor” diyerek futbolcularını eleştirdi. Bir ay sonra lig bitecek, akla kara belli olacak. Sahada sadece forma gezdiren bu oyunculara bir ay sabredebilecek mi bilmem ama bu takım o kadar “ümitsiz vaka” durumunda ki, Bakkal ligde tutmayı başarırsa “heykeli dikilecek adam” konumuna yükselir.