Dünyanın en büyük şehirlerinden biri olan İstanbul’un “reisi” Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yolsuzluk iddiası ile tutuklanması sonrası siyasette de 19 Mart öncesi ve 19 Mart sonrası diye yeni bir dönem başladığını söylemek mümkün.
Öncelikli olarak her ne kadar bir süredir ortadan kalksa da ara ara dillendirilen “normalleşme”, “yumuşama” dönemi artık tamamen ortadan kalktı. CHP’nin bundan sonra daha aktif ve sert politika izleyeceği bir gerçek. CHP de doğru işler yapıp seçmenden onay aldıkça iktidarın CHP’ye yönelik tutumunun da sertleşeceği de bir gerçek. İktidar, CHP’yi aşağıya çekmek için elinden geleni yapacaktır.
CHP’yi ise zor bir süreç bekliyor. Yolsuzluk iddialarını kamuoyuna anlatmaları bir gereklilik. Bununla birlikte Ekrem İmamoğlu’nun unutulmamasını da sağlamaları şart. Seçimlerin 2028’de, AK Parti’den gelen açıklamalara göre 2027 yılı Kasım ayında olacağı düşünüldüğünde önümüzde 2,5 yıllık bir süreç var. Bu süreçte İmamoğlu’nun tahliye edilme seçeneği elbette mümkün ancak buna ihtimal verenler oldukça azınlıkta. Seçimlere kadar İmamoğlu’nu sürekli gündemde tutmak elbette zor ama imkansız da değil. Aday İmamoğlu olur ya da olmaz. Ancak seçimi kazanma ihtimali olan en güçlü isim İmamoğlu. Aday İmamoğlu olamazsa bile (diploma, siyasi yasak vs gibi engeller nedeniyle) İmamoğlu adıyla bir propaganda süreci olacağı net.
Bu süreçte CHP’nin bu süreci nasıl götüreceği kadar AK Parti’nin de bu süreci nasıl sürdüreceği önemli bir başlık. Siyasette İmamoğlu gündemini ikinci plana atmayı başarıp başaramayacaklarını zaman gösterecek. Bu çerçevede DEM Parti ile başlatılan adına her ne kadar “çözüm”, “barış” denmese başlayan süreç önemli.
Erdoğan, AK Parti grup toplantısında “CHP’deki iç savaş sebebiyle de olsa yolsuzluk çarkınız deşifre olmuştur. Pisliklerin üzerini örtemezsiniz. Heybedeki büyük turplar ortaya saçıldığında bunların bırakın milleti, kendi yakınlarının yüzüne bakacak hali kalmayacak” ifadelerini kullandı. Siyaseten bu sözler söylenebilir ancak İstanbul gibi bir şehrin yöneticisini hele ki “olası rakip” tutukluyorsa hükümetin, yargının daha net açıklama yapması, somut belgeler ile yürümesi bir gereklilik.
AK Parti içerisinde son gelişmelere dair çok farklı görüşler hakim. “Terör” suçlamasının bir dayanağının olmadığı görüşü genel olarak tüm partideki ortak kanaat.
Yolsuzluk iddialarına dair ise farklı bakış açıları var. Gerçekten ortada bir yolsuzluk olduğunu, savcılığın iddianamesinin hazırlanmasını ve yargılama süreçlerinin beklenmesi gerektiğini düşünenler çoğunlukta. Diğer yandan ne olursa olsun tutuklama kararının İmamoğlu’na yarayacağını düşünen ve “Tutuklama çok iddialı bir karar oldu” görüşünde olanlar da var.
AK Parti kurmayları sokak olaylarına ise tepkili. Marjinal ve radikal isimlerin eylemcilerin arasına girdiğini buna da CHP’nin yol açtığını düşünüyor. Bu noktada CHP’nin eylemlerde aldığı önlemler, provokasyonun önüne geçmesi de iktidarın bu alanı “kullanmasının” da önüne geçti.
Sokakta kim vardı?
Bu kapsamda bir parantez açmakta da fayda var. Erdoğan’ın, “sol ve marjinal örgütler sokaktaydı” açıklaması çok da gerçekliği karşılamıyor. Elbette birçok sol örgüt sokaktaydı. Ancak özellikle Ankara eylemlerinde ve konuştuğum gazeteci arkadaşlarımın verdiği bilgiye göre İzmir ve İstanbul’da da “kanziler” olarak adlandırılan yani milliyetçi gençler ön plandaydı. Ankara’da polis ile çatışan, en önde duran kitlenin önemli bir kısmı bu gençlerdi. Bu gençler, AK Parti’ye, DEM Parti’ye, liberallere muhalif; göçmenlere tepkili kitlelerden oluşuyor. Elbette sol ve klasik eylemlere destek veren örgütler de sokaktaydı ancak ön planda olan bu gençleri görmemek, tahlil etmemek önemli bir hata olur.
Özetlersek; İmamoğlu önümüzdeki seçime kadar, erken ya da zamanında ne olursa olsun damga vuracak. İktidar – CHP gerginliği sonucunda birçok demokratik toplum kuruluşları, eğitimciler, akademisyenler, öğrenciler ve gazeteciler hedef haline gelmekte. Soruşturmalar, tutuklamalar ile demokrasi ve hukuk sisteminin ağır bir yara aldığı bir gerçek. Siyasi kavgaları, hukuku araçsallaştırarak büyütmemek gerekiyor.