Artun TALAY Martha Friedman’ın kitabında Nil Gün sunuş yazısıyla karşılıyor okuyucuyu. Başarısızlık korkusunu herkes bilir ama insanlara “Başarı korkun var mı?” diye sorulduğunda tepki gösterirler. “Kim başarılı olmak istemezki?” Bir düşünsenize bir zamanlar başarılı olmuş sporcuların, şarkıcıların, film ve dizi yıldızlarının, politikacıların birçoğu neden sonunda kendilerini çökertmeyi seçerler? Neden intihar ederler, neden uyuşturucu müptelası olurlar, neden akıl hastanelerine kapatırlar, neden yaşamla birebir kumar oynamayı tercih ederler? Rekabet dünyasında başarı hırsı bizi öylesine kuşatmış ki meşgulüz, hep meşgulüz. Toplumun önemsediği kişiler bir bir yok olup gidiyorlar. Tahtları hiç boş kalmıyor. Bir anda yerlerine başkaları geçiveriyor. İnsanın onay gördüğü ortamda bulunması güzeldir. Ancak bu ortamda yaşanan sevgi deneyimleri ruh sağlığımızı bozabilir! Philip büyükannesinden kendisine kalan mirastan sonra, otuz beş yaşında çalışma hayatına veda etti. Bugün doktoruna miras hastalık mikrobu saçar, bu yüzden hiçbir şey yapmadım, sonuçta da hiçbir şey olamadım. Boşuna dememişler para insanı rezil de eder vezir de diye. Bir hedefe ulaşmanın en iyi yollarından biri, o hedefin önemini azaltmaktır. Bu psikolog da onu yapmıştır. Birçoğumuz öyle olmadığı halde hedefleri gözümüzde devleştirir ve amaca ulaşmak için adeta ölüm kalım savaşının içindeymişiz gibi davranırız. Olimpiyat oyunlarına hazırlanan birçok dünya rekortmeni de hem altın madalya kazanma hem de yeni dünya rekoru kırma zorunluluğunu içselleştirdiklerinden olimpiyattan eli boş dönmektedirler. Başarı korkusunu engel olarak önümüze koyan biziz. Yıkan da biz olmalıyız. Yıkılan binaların yerine ne de güzel binalar inşa edilebilir. Eğer başarı korkusu olmazsa.