Her ne kadar Sanayi’de, Tarımda, Şehircilikte, Sanat ve Kültür hadiselerinde büyük aşamalar kaydedemediysek de;
Dizi film sektöründe geldiğimiz nokta hakikaten üzerinde konuşmaya değer.
Tek kanallı siyah beyaz televizyon döneminde özellikle Amerika, Latin Amerika, Brezilya, Kore, Japonya’dan ithal ettiğimiz diziler vardı.
Şöyle hemen hatırlamaya çalışalım;
Amerika’dan meşhur Dallas vardı.. Ceyar kötü, Boby iyiydi…
Ama nedense ben Boby’i pek sevmezdim.
Çünkü bilinçaltında benimsetilmek istenen Boby’nin kişiliğinde Amerikan alicenaplığıydı.
Ceyar en azından daha gerçekti. Çünkü o Amerika gerçeğinin bir sembolüydü..
Tıpkı bu günkü Trump gibi…
Bütün emperyalist emellerin su üstüne çıktığı bir, “kötü adam!”
Dünyadaki birçok insan, Amerika’nın bize sunduğu o karakterlerin kimliğini benimsedi.
Bugün artık o bilinç altı manipülasyonları yemiyoruz..
Ama Emperyalizm ’in sinemayı, sanatı, dizi filmleri kendi ideolojisi için nasıl ustaca kullandığını gördük.
“Bonanza” Hafta sonlarının vazgeçilmez dizisiydi.. Amerikan kır hayatını, insanların tutumunu olaylar içinde anlatıyordu.
Aman Allahım, ne dürüst, ne iyi niyetli insanlardı bu Amerikalılar böyle…
Onlar öyleyse, Filistin’e uçaklar dolusu bombaları, gemiler dolusu uçakları gönderenler kim?
Hangisi gerçek?
Patlayan bombalar, ölen insanlar hayal ürünü değil herhalde…
“Köle İsaura”ya kaptırdık kendimizi bir dönem..
O masum kız ne gözyaşları döktürdü bize vay vay vay!
Neredeyse “Hepimiz Latiniz, hepimiz İsaura’yız” diyecek duruma geldik.
Çok iyi hatırlıyorum, ev hanımları Köle İsaura’ya yetişebilmek için hızlı bir şekilde kahvaltı sofrasıydı, bulaşıktı, tüm ev işlerini jet hızıyla bitirmeye çalışıyorlardı.
Daha sonra “Shogun”la Uzak Doğu felsefesinin derinliklerine nail olduk.
Her ne kadar kentlerimizde yoga kültürünü geliştirmeyi başaramadıysak da, gençlerimiz sabah güneşine yüzlerini dönüp, o garip el kol hareketlerini doyasıya yaparak nirvanaya ulaşmayı başardılar..
Fakir mahallelerinin köşe başlarına da bolca judo, karate, tekvando, salonları açıldı..
Böylece kenar mahalle gençlerimiz de siyah kuşaklarıyla buluşmuş oldu.
Tabi bir de Tarihi Kore Sarayları var..
İnce belli, ipek fistanlı, yüzlerinden masumiyet akan ama akıllarından ne geçtiği belli olmayan çekik gözlü saray eşrafiyesi…
Hani derler ya kafada kırk tilki var, ama hiç birinin kuyruğu diğerine değmiyor…
Amerika’nın kaktüslü çöllerindeki kovboy abilerimizi,
Petrol kuyusu sahibi, zengin Amerikalı kötü amcaları,
Mısır tarlalarında köle kızları mıncıklayan toprak sahibi senyörleri,
Bir kızdımı Japonya’yı birbirine katan efendi Toronaga’yı,
Ak sakallı ulu kişinin, önce zıp zıp zıplamayı öğrettiği talebesine “bak çekirge” diye verdiği dersleri,
Kore saraylarında kralı zehirlemeye kadar her türlü numarayı çeken, ama yine de masumiyetlerinden zerre kaybetmeyen prensesleri…
İliklerine kadar tanımış olduk.
Nihayet TRT’de birilerinin aklına geldi;
“Yahu biz de Dünyanın eski milletlerindeniz. Geçmişimiz, geleneklerimiz, göreneklerimiz var.
Yeter bu kadar Kovboy, Brezilya, Japonya, Kore yüklemesi..
Uzak Doğu dizisi izleye izleye gözlerimiz çekikleşti…
De hadin biz de kendi dizilerimizi çekelim, Kurtuluş Savaşı’mızla başlayalım..”
Sözün burasında, benim de TRT’deki ilk hocam olan Sevgili Turgut Özakman’ı rahmetle anıyorum.
Neticede; dünya para verip başkalarının kültürünü ithal etmeyi bırakıp kendi dizilerimizi çekmeye başladık.
Naçizane ben de “TRT’mizin” dizi çeken yönetmenlerinden biri olma şerefine nail oldum.
(“TRT’miz” derken benimseyerek kullandığım bu ifade bugün için tırnak içindedir. Şu anda fiziki ya da duygusal herhangi bir mensubiyetim yoktur.)
TRT, tarihi olayları, klasik Türk romanlarını dizi haline getirdi,
Sonra özel televizyonlar, şunlar bunlar, şirketler derken “Dizi film” dev bir sektör haline geldi.
Artık dizileri Televizyonlar çekmiyor..
Film yapım şirketleri çekerek televizyon kanallarına satıyor.
Oyuncusundan yapımcısına kadar bir –tabiri caizse- piyasası var..
Ve artık biz ürettiğimiz dizileri kendi kültürümüze yakın coğrafyalarda (Ortadoğu’da, Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde, Balkanlarda, Kafkaslarda, Arap ülkelerinde) pazarlıyoruz.
Evet, film şirketleri pazarlayıp para da kazanıyor ama Milli kültürümüzü yeterince pazarlıyor muyuz, yoksa jönlerimiz, aktrislerimiz ve ‘playboy’larımız mı daha çok pompalanıyor, orasını bilemem…
Dizi sektörü küçümsenemeyecek miktarlarda bir parayı kontrol ediyor. Ve insanların önemli bir gelir kaynağı..
Tabi işin içinde para varsa sorun da var demektir..
Bir sonraki yazımda da dizi film setlerinden konuşalım ne dersiniz?