İnsanlığın savaş tarihi incelendiğinde üç gerekçe öne çıkar. Onlar; ‘Ekonomi, Din, Irk’ başlıklarını kapsar.

Ekonomi ve din faktörleri genellikle birbirinden bağımsız hareket etmez. Çoğu zaman, ekonomik çıkarlar dini söylemlerle meşrulaştırılır veya dini kimlikler, ekonomik kaynaklar üzerindeki rekabeti daha da şiddetlendirir. Yani, bir çatışmanın nadiren tek bir nedeni olur. Genellikle karmaşık bir nedenler yumağı söz konusudur.

Seküler devlet yapılarında ve uluslararası ilişkilerde, dini motivasyonların ve inançların ne kadar etkili olması gerektiği veya olabileceği konusu İsrail’in söylem ve davranışlarıyla tartışılır oldu.

Dış politikada rasyonel ve politik akıl yürütmenin yerini dini inançlar, kehanetler ve kıyamet senaryoları gibi unsurların aldığı bir süreçten geçiyoruz.

Amerika’da Evanjelistler, İran ile olan çatışmayı ‘manevi bir savaş’ olarak görüyor. Onlara göre Trump, ‘Tanrı'nın seçilmiş kişisi’ aynı zamanda. Bu sakat bakış açısı, politik kararların ve uluslararası ilişkilerin dini bir çerçeveden yorumlandığının göstergesi. Başka bir ifadeyle, geleneksel diplomasi ve stratejik analiz yerine, dini öğretiler ve kehanetler dış politika üzerinde hakim oluyor.

Bir örnek...

ABD'nin İsrail Büyükelçisi Mike Huckabee, Trump’a, “Sayın Başkan, Tanrı sizi Butler, Pensilvanya’da (suikast girişimi) korudu çünkü siz yüzyılın, belki de tüm zamanların en önemli Başkanı olacaksınız. Size akıl vermek için değil sadece cesaret vermek için yazıyorum. Gökten bir ses duyacağınıza inanıyorum ve bu ses, benimkinden ya da başka herhangi birininkinden çok daha önemlidir. Size konuşan birçok ses var efendim, ama sadece tek bir ses önemlidir: O’nun sesi”diye yazmıştı.

Evanjelistlerde Orta Doğu'da savaş için neredeyse ruhsal bir istek var. Savaşın, İsa'nın geri dönmesiyle sonuçlanacak bir dizi olayı tetikleyeceğine inanıyorlar.

İşte bu nedenle çok endişelenmeliyiz. ‘Politik aklın gittiği, kehanetler aklının geldiği’ bu tablo insanlık için karanlık bir gelecek vaad ediyor.

Hristiyan Siyonizmi, İncil’e inanmakla İsrail’i desteklemeyi eş tutuyor. Bu akım, ABD'nin Orta Doğu politikaları üzerinde de etkili oluyor. Bu, tüm İncil inananları için geçerli evrensel bir durum değil ama maalesef zararlı düşüncede olanlar daha etkin gözüküyor.

Seküler ve politik tutum sergileyen Hristiyanlar ise, dış politikayı dini referanslardan bağımsız, jeopolitik, ekonomik ve ulusal çıkarlar gibi somut faktörlere dayanarak değerlendirdikleri için, dini yorumların politika üzerindeki etkisini endişe verici buluyor. Bu grup, politik kararların nesnel gerçeklere ve diplomatik süreçlere dayanması gerektiğini savunuyor. Onlar için ‘haklı’ olan, uluslararası hukuka ve adalete uygun, barışçıl ve istikrarlı çözümler üreten yaklaşımlar. Olması gerekende bu zaten.

Küresel savaş dünyayı bitirir

Günümüzde geniş çaplı bir savaşın çıkması senaryosu gerçekten de ürkütücü. Dünya kelimenin tam anlamıyla yanar ve bunun sonuçları tahmin edemeyeceğimiz kadar yıkıcı olur.

Küresel çapta bir savaşın olası sonuçlarını düşünmek bile insanı korkutuyor.

Nükleer risk, ekonomik çöküş, İnsani kriz, salgın hastalıklar, teknolojik yıkım, çevre felaketleri ve politik kaos küresel savaşın getireceği felaketler arasında. Böylesi bir senaryo, insanlığın varlığını tehdit eden sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle dünya genelinde diplomatik çabaların, diyalogun ve ortak paydaların bulunmasının ne denli hayati olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor. Bu, sadece savaşların önlenmesi için değil, aynı zamanda küresel barış ve istikrarın sürdürülebilmesi için de kritik.

Yönetenler insan olduklarını unutmazsa

Politikacılar, verdikleri kararların somut insan hayatları üzerindeki etkisini, acıyı, yıkımı ve umudu unutmamalı. Eğer, ‘insan olmak ve başkalarının da insan olduğunu hatırlamak’ politik karar alma süreçlerinin merkezinde yer alırsa büyük felaketlerin önüne geçmek mümkün olabilir. Ancak maalesef, çoğu zaman güç hırsı, ideolojik körlük veya kısa vadeli çıkarlar, bu temel insani perspektifi gölgede bırakabiliyor. Bu nedenle, siyasetin insani yüzünü kaybetmemesi ve her kararın nihayetinde insan refahını ve yaşamını koruma amacı taşıması gerektiğini unutmamalıyız.

‘Kehanetler/dini motivasyonlar’ ile ‘politik aklın’ her zaman var olacağı aşikar. Birbirlerini şekillendirmeye devam edecekler. Gelecekte hangisinin daha baskın olacağı ise, insanlığın olaylara ve krizlere nasıl tepki vereceğine, liderlerin tercihlerine ve küresel dinamiklere bağlı olacak.

Dilerim bu delirme halleri son bulsun, insan olanlar kazansın.

Toryum projesi

Prof. Engin Arık’ı Isparta’daki uçak kazasında kaybettik. Toryum madeninin Türkiye’nin enerji sorununa çözüm olacağını öngörmüştü. Prof. Arık, Türkiye’de toryumu uranyum-233’e dönüştürmeyi başaran tek bilim insanıydı ve bu bilgiye sahip olması onu hem gözde hem de hedef yaptı.

Toryumla çalışan nükleer enerji reaktörleri faaliyete başlarsa Türkiye’nin elindeki toryum madeni sayesinde ‘ebedi, bitmeyecek bir enerji’ye kavuşacağını ifade ediyordu. Şöyle diyordu:

“Toryum çevreyi kirletmiyor, nükleer artık bırakmıyor. Öyle bir rezerv ki Türkiye sonsuza kadar enerji kaynağı derdinden kurtulabilir, toryum reaktörleriyle ürettiği elektrik enerjisini toryum yoksulu Avrupa’ya ve komşularına satabilir. Türkiye’nin elektrik üretmek için dışarıdan petrol ve doğalgaz almadığını, ısıtmada kullanılan doğalgazın yerini toryumdan üretilen elektriğin aldığını düşünelim. Türkiye’nin başına büyük bir devlet kuşunun konduğunu anlarız.”

Memleket meselesi olduğu kadar, Prof. Arık ve onun gibilere vefa olsun diye de ‘Toryum Prototip Reaktörü’nü üreten devletlerin arasında yer almalıyız.

Putin Pokrovsk’un peşinde

Rusya, Pazar gecesi Ukrayna’ya şimdiye kadarki en ağır hava saldırısını gerçekleştirdi. Ukrayna ordusu, Rusya'nın gece boyunca yüzlerce insansız hava aracı ve çok sayıda füze kullanarak saldırdığını duyurdu. Zelenski, Moskova'nın 477 İHA ve 60 füze fırlattığını söyledi.

Rusya'nın stratejik özellikteki doğu Ukrayna şehri Pokrovsk'u ele geçirmek için şehre 110 bin asker yığdığı ortaya çıktı. Pokrovsk, tedarik yolu ve demir yolu üzerinde yer alıyor. Ukrayna savunmasının omurgasını oluşturuyor.

Rusya, Ukrayna birliklerinin güneydeki Kursk bölgesine sürpriz bir şekilde girmesini engellemeye çalıştığı için bölgedeki asker sayısını fazla artıramamıştı. Kursk operasyonu nedeniyle 63 bin Rus askeri ile 7 bin Kuzey Kore askeri ni geri çekmek zorunda kalmıştı.

Ruslar son bir yılda burayı ele geçirmeyi çok kez denemelerine karşın başarılı olamadılar. Ruslar, konjonktürü de uygun bulmuş olacak ki saldırgan hal aldı.

Bakalım bu sefer ne olacak?