Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump,
Filistin’in bir vilayeti olan Gazze ile ilgili tasarrufunu cüretkarca, fütursuzca bir ifadeyle dile getirdi.
“Bu güzel sahili cennete çevireceğiz, İnsanlar buraya gelecek şahane tatiller yapacaklar, şu olacak, bu olacak…”
Peki Gazzeliler ne olacak?
“Onları da Mısır’a, Türkiye’ye Arabistan’a, şuraya buraya göndeririz işte. Zaten onlar Müslüman, isteyen ülkeler var, ceplerine de üç beş bir şeyler koyarız orada daha mutlu olurlar...”
Vay be!
Emperyalizmi, sömürüyü, işgalciliği, bilirdik de, bu kadar dobra dobra ifade edilenine de ilk defa şahit olduk.
“Ama böyle bir şey nasıl olabilir? Bu büyük bir haksızlık, Orası satılık emlak değil!”
Eee? Peki ne yapacaksınız bu haksızlığa karşı?
Susmayın! Söyleyin planınızı açıkça! Nasıl engelleyeceksiniz?
Açıkça söyleyeyim: siyasetten, hele hele uluslararası siyasetten pek anlamam.
Ama tarihi, gözlemlerimi doğru yorumlamayı, tecrübelerimden doğru sonuçlar çıkarmayı iyi bilirim.
Hamas militanlarının, Alanya’da 100 liraya turist gezdirilen kanat paraşütleriyle İsrail’e cihat açtıklarını gördüğümde önce bunu bir şaka sandım.
“Böyle bir saçmalık, aptallık olamaz” dedim kendi kendime..
Ama sonra anladım ki hiç saçma ya da aptalca değil!
Tam tersine çok akıllıca!
Bakın size açıkça söylüyorum: Böyle bir tezgah şeytanın bile aklına gelmez..
Hani şu her gün milyonlarca taş attıkları ama hala bir türlü yok edemedikleri şeytan var ya işte o…
Ve bir vatan böylece el değiştiriyor, bunu hak etmeyen milyonlarca sivil, çocuk, kadın, yaşlı ölüyor.
Ve bilmedikleri bir geleceğe doğru sürülüyorlar…
Bezden kanat paraşütüyle savaş kazanılamayacağını hakikaten bilmiyorlar mıydı acaba?
Akdeniz açıklarında nükleer başlıklı füzelerle donanmış Uçak gemileri beklerken.
Ben Eskişehirliyim..
Eskişehir’in yedi göbek yerlileri, “yukarı mahalle”de otururduk. Her yerin yerlileri gibi bizim adımız da “Manav’dı. Kabağın her türlüsünü, sebzesini, tatlısını sevdiğimiz, ekip biçtiğimiz için de “Kabakçı Manavı” derlerdi.
“Aşağı mahalle” tabir ettiğimiz yerde de, tarihin belli dönemlerinde farklı sıkıntılarla Balkanlar, Kafkasya ya da Rusya’nın iç kısımlarından göç edip gelen göçmenlerin mahalleleri vardı.
Özellikle de Eskişehir’de Kırım’dan gelen tatarlar çoğunluktaydı.
Farklı toplumların birbiriyle kaynaşmasını hızlandıranlar çocuklardır..
Vatanlarından kopup, iklimini, kültürünü, bilmedikleri yerlere göç eden insanların çocuklarıyla aynı okullarda okuduk, sokakta topaç çevirdik, misket oynadık..
Gençler birbirine aşık oldu, evlendiler, yarı çekik gözlü, yarı güneş yanığı çocuklar doğdu…
Ama göç, zorunlu göç, hep böyle mutlulukla sonuçlanan sevimli bir olay değil tabii..
1941 yılında Almanlar Kırım’ı işgal ediyor. İşgal birlikleri, yerli halkı köle gibi kullanıyor.
Çoluk çocuklarının zarar görmemesi için söylenenleri yapmak zorunda kalıyor.
1944 yılında Sovyetler Kırım’ı geri alıyor.
Ve ne yazık ki Kırımlıları düşmanla işbirliği yapmakla suçluyor..
Erkeklerin çoğu kurşuna diziliyor. Hiçbir suçu olmayan kadınlar, çocuklar trenlere bindirilerek Sibirya’ya doğru meçhul bir yolculuğa çıkarılıyor. Trendekilerin büyük bir kısmı açlık, susuzluk ve soğuktan dolayı ölüyor.
Ölenler kokmasın diye trenden aşağıya atılıyor. Ölen küçük bebeklerini atmak istemeyen anneler, çocuklarıyla birlikte trenden atlayarak yaşamlarına son veriyor..
Burada anlatmak istemediğim onlarca birbirinden ağır trajik olay.
Sonuçta 250 Bin Kırımlı yok oluyor…
Bir kısmı bu zulümden kaçmak için Anadolu’ya doğru yola çıkıyor..
Şanslı olup, Karadeniz’in hırçın dalgalarını yenebilen Kırımlılar, geride evlerini, ana, baba ve çocuklarını bırakarak Anadolu’ya ulaşıyor.
Ama çoğu dalgalara yenik düşüyor; Giresun, Ordu, Bulancak sahiline vuran cesetler, hastalık yaymasın diye ateşler yakılarak imha ediliyor.
Her zamanki gibi işlemedikleri suçun cezasını çeken, acısını yaşayan masum insanlar…
Ama içlerindeki vatan hasretinin ateşi hiçbir zaman küllenmiyor..
“Aluşta'dan esen yeller yüzüme vurdu, Çocukluğumun geçtiği yerler gözüme geldi..
Ben bu yerde yaşamadım, gençliğime doyamadım, vatanıma hasret kaldım Ey Güzel Kırım…
Bahçelerinin meyveleri bal ile şerbet, Sularını içe içe doyamadım ben.. Çocuklar vatan deyip göz yaşını döker.. Ben bu yerde yaşamadım, gençliğime doyamadım, vatanıma hasret kaldım Ey Güzel Kırım…
Bu ağıtlar, gözyaşları, çekilen acılar; İnsanları Vatanlarından söküp atan diktatörlerin umurunda mı?
İnsanın değerini korumanın akıldan, bilgiden başka yolu var mı?
Varsa söyleyin…
Bu yazıyı kardeşim, arkadaşım, hemşerim, meslektaşım Rahmetli Tatar Necdet’e ithaf ediyorum.