Her sabah bembeyaz önlüklerini giyerek bin bir umutla hastaneye giden hekimler için uzun zamandır şiddetin gölgesi üzerlerinde karanlık bir bulut gibi dolanıyor. Bu karanlık, sadece saldırgan bireylerin öfkesinden değil; toplumsal bilinçaltına sinmiş derin bir dönüşümden, kasıtlı politikaların ve ihmallerin birikiminden kaynaklanıyor.
Hekime yönelik şiddetin sadece bireysel bir taşkınlık değil, toplumsal bir çöküşün göstergesi olduğunu anlamanın, hekimlik mesleğine yapılan maddi ve manevi itibar kayıplarının bu şiddeti nasıl beslediği ile yüzleşmenin vakti çoktan geldi.
Görünür Fail Kim? Görünmeyen Sorumlular Nerede?
Hekime yönelik şiddet olaylarının hemen ardından sosyal medyada öfke patlamaları yaşanıyor, yetkililer birkaç günlüğüne açıklama yapıyor, sonra her şey unutuluyor. Oysa yaşananlar sadece bireysel taşkınlıklar değil; sağlık sisteminde yıllardır süregelen yapısal sorunların, yanlış sağlık politikalarının ve medya eliyle yaratılan algıların bir sonucudur.
Toplumun en eğitimli ve en fedakâr kesimlerinden biri olan hekimler, son yıllarda giderek artan biçimde “sistemin önünde engel”, “paragöz”, “az çalışıp çok kazanan” gibi sıfatlarla hedef gösterildi. Bu söylemler, kamuoyunda hekimlere karşı düşmanlaştırıcı bir algı yaratırken, şiddet için bir “meşrulaştırma zeminine” dönüştü.
Hekimlik Mesleği Ne Zaman Geçim Derdi İle Anılmaya Başladı?
Hekimlik, asırlardır toplumların en saygı duyduğu mesleklerden biri olarak görülmüştür. Ancak son yıllarda hekimler, ne yazık ki sadece fiziksel değil, aynı zamanda ekonomik şiddete de maruz kalmaktadır.
Ülkemizde genç bir hekimin 6 yıl tıp fakültesi + 4-5 yıl ihtisas eğitimi sonrası aldığı ücret, bir özel sektörde çalışan yeni mezunun maaşıyla kıyaslanamayacak kadar düşük hale geldi. Emeklilikte yaşanan geçim sıkıntısı sebebiyle dört hekimden üçünün çalışmak zorunda kalması, mesleki güvencesizlik, performansa dayalı adaletsiz ödeme sistemleri ve yetersiz teşvikler, hekimleri ekonomik olarak yıpratıyor.
Bir hekimin geçim derdiyle mücadele ettiği bir düzende, mesleğine tam anlamıyla adanması mümkün müdür?
Manevi Çöküş: Saygı Kaybının Sonuçları
Maddi sorunların ötesinde, hekimlik mesleği son yıllarda ciddi bir manevi itibar kaybına uğramıştır. Eskiden doktoruna saygı duyan, onun sözüne değer veren bir toplum yapısı vardı. Bugün ise hastasına kötü haber verdiği için darp edilen, yoğunluk nedeniyle geç randevu verdiği için hakarete uğrayan, hatta görevi başında hayatını kaybeden hekimlerden söz ediyoruz.
Çok değil, yaklaşık 5 yıl önce gerçekleşen pandemide, hayatlarımızı canları pahasına koruyan bir meslek grubundan bahsediyoruz. Elbette bilimin ışığında ilerleyen ve bizlere hayat veren bu meslek grubu, hak ettiği saygıyı sonuna kadar görmelidir.
Sağlıkta yaşanan her aksaklığın faturası, hekimlere kesilir hale gelmiştir. Sistem, vatandaşa “müşteri” gözüyle bakarken, doktoru da “hizmet sunucusu” olarak konumlandırmış, mesleğin etik değerleri törpülenmiştir. Oysa hekimlik, sadece reçete yazmak, ameliyat yapmak ya da teşhis koymak değil; aynı zamanda insan ruhuna temas etmektir. Bu değeri hiçe sayan her sistem, sonunda toplum sağlığını da riske atar.
Medyanın Rolü: Algıyla Gerçek Arasındaki Uçurum
Televizyon dizilerinde sorumsuz, umursamaz ya da çıkarcı doktor profilleri çizilirken, haber bültenlerinde yalnızca yanlış giden vakalar ön plana çıkarıldı. İyi niyetle çalışan, fedakârca nöbet tutan, haftada 100 saatten fazla görev yapan hekimlerin hikâyeleri ise nedense görünmez oldu.
Toplumun bilinçaltına yerleşen bu olumsuz imajlar, hekime yönelik şiddeti tetikleyen önemli faktörlerden biridir. İnsanlar artık karşısındaki hekime değil, zihninde oluşturduğu “kurgusal düşmana” öfke duyuyor.
Çözüm: Caydırıcılık Değil, Toplumsal Onarım
Elbette şiddete karşı etkili yasal düzenlemeler, ağırlaştırılmış cezalar şarttır. Ancak bu yetmez. Caydırıcılık, sadece bir başlangıç olabilir. Esas ihtiyaç, hekimlik mesleğinin yeniden toplum nezdinde saygın ve ulaşılmaz değil ama “değerli” bir yere konumlandırılmasıdır.
Bunun için;
• Hekimlerin özlük hakları güvence altına alınmalı,
• Medyada hekimlik mesleği hakkında olumlu ve gerçekçi temsiller güçlendirilmeli,
• Tıp fakültesi kontenjanları nitelik esaslı yeniden düzenlenmeli,
• Sağlık sisteminde hekimi “hedef” değil “rehber” konumuna getirecek politikalar geliştirilmeli,
• Toplumda empati ve iletişim becerileri güçlendirilmelidir.
Hekimine Değer Vermeyen Toplum, Sağlıklı Kalamaz
Bir ülkede hekimler mutsuzsa, o ülkenin geleceği de hastadır. Hekimine değer vermeyen, onu yalnız bırakan, sürekli suçlayan bir toplum; sadece doktorlarını değil, sağlık hakkını da kaybetmeye mahkûmdur.
Bu nedenle artık susma değil, yüzleşme zamanıdır. Hekime yönelik şiddetle mücadele, sadece hekimlerin değil; vicdanı olan her bireyin, sağlığını önemseyen her yurttaşın görevidir. Çünkü şiddet, sustuğumuz her an biraz daha güçleniyor.