Geçen arkadaşlarla sohbet ediyoruz, bir serzenişte bulundular;
“Yahu Ergin sen eskiden komik şeyler de yazardın, bu gazetede yazmaya başladığından beri hep ciddi ciddi şeyler.. Biz senin o yazılarını da özledik.”
O ne demek canım? Bizim gazete resmi gazete değil ya! Öyle şeyler de yazarız günü gelince…
Ayrıca bizim bu 24 Saat gazetesi prestijli bir gazete.
Çıkaran: Gazeteciler Cemiyetimiz.
Yani en önemli okurlarımız bizzat gazetecilerin kendisi..
Hadi bakalım yalan yanlış bir şeyler yaz da gör gününü!
Çok değerli abilerimiz var, Çok iyi yetişmiş kardeşlerimiz var…
Neyse uzatmayayım, işte o gün bu gün…
Ha! bu arada geçtiğimiz günlerde müziğin insanı yücelttiğini, içindeki kötü duygulardan arındırdığını, kısacası insanı insan yaptığından söz etmiştim.
Bazı arkadaşlarım;
“Müzik demesek de genel olarak sanat desek nasıl olur?” demişler.
Her şeyden önce yazdıklarımı okuma nezaketi ve sabrı gösterdikleri için kendilerine teşekkür ederim.. Tabii ki sanatın bütün dalları insanı yüceltir, daha olumlu, güzel niteliklerle donanmış bir insan yapar..
Ama ben o gün özellikle müziğin içimize yerleştirdiği metronomdan söz etmek istedim. Müziğin iç ritmimize katkısından, bizi daha ölçülü, dolayısıyla da daha erdemli kıldığından söz etmek istedim.
Oysa netice de ben de televizyoncuyum, Görsel sanatlarla Kırk yılı aşkın haşır neşir oldum. 
Üniversitede tiyatro kulübündeydim..
Hadi o zaman bugün gülmeye tiyatrodan başlayalım:
Hacettepe’de öğrenciyken üniversitenin tiyatro kulübünde İrlanda’lı yazar Sean O’Casey’in “Dünyanın Düzeni” adlı oyununu oynuyoruz. 
Konu İrlanda İç Savaşı.. 
Ben rol icabı iç savaşta patlayan bir bomba yüzünden bir kolumu kaybetmişim. 
Yani Oyun boyunca tek kolluyum.
Kız kardeşim ise karşı taraftan bir haine gönlünü kaptırmış ve ondan hamile kalmış.
Ben bunu duyuyorum ve köpürüyorum. Sahnede kız kardeşime bağırıp çağırıyorum. Ama o kadar rolün havasına girmişim ki biraz da gereğinden fazla yaklaşmışım, hiç senaryoda yokken çaktım tokadı kızcağızın yüzüne…
Şrraaak! Diye bir ses çıktı!
Kızcağız bana “hayvan herif” diye bağırıp, ağlayarak kulise koştu… Bu arada da seyirciden büyük bir alkış koptu… Seyirci ne bilsin olay tiyatro değil fecaat!
Yönetmenimiz (Devlet Tiyatrolarında Dramaturg ve Akademisyen Erman Canatan abimiz) çok kızdı.
Ben özür dilerken de açıklamayı yaptı:
“Bak Ergincim; tokat attın anlarım, ama bunu niçin olmayan elinle yaptın!...”
Hadi Müziğe geri dönelim:
Bu ara şarkı sözlerine takmış durumdayım:
Şarkının Konusu tüyler ürpertici:
Bir psikopat var, arada bir evin camını açıyor ve oradan geçen birine ateş edip öldürüyor.
Ama şarkıyı söyleyen bunu oynaya oynaya, güle eğlene anlatıyor:
“Pencere açıldı Bilal oğlan, Piştov patladı
Varın bakın kanlı da Bilal yine kimi hakladı.”
“Yine!...”  Yani Bilal Oğlan sık sık yapıyor bunu.. Kafasına esince açıyor pencereyi.. Artık kim denk gelirse… 
Bir türkümüzde bulgur yapmanın püf noktaları anlatılıyor.. 
“Bulguru kaynatırlar,  serinde yayladırlar..”
Sevmek isteyip nasıl seveceğini bilemeyenler var;
“Seni nasıl sevsem acaba, daha başka daha da başka..”
Sev de nasıl seversen sev… Bunun kaç çeşidi var ki?
Bir de kıskançlığı inanılmaz noktalara taşıyanlar var:
“Gözlerinin içine başka hayal girmesin! Bana ait çizgiler dikkat et silinmesin
İstersen yum gözlerini, tıpkı düşünür gibi, Benden evvel başkası bakıp seni görmesin…”
Yok artık! Olmazsa gözlerini bantlayalım….”
Şaka bir yana bunlar çok güzel türküler,  şarkılar.. Zeki Müren ve Hüner Coşkuner ne güzel söylerdi…
Mekânları cennet olsun…
Eğer magazin dünyasının parlatılmış seslerini değil de usulünce söyleyen güzel seslerden dinlemek isterseniz, size tavsiye edebileceğim hakiki müzisyenler var: eğer türkü seviyorsanız Emel Taşçıoğlu’nu bir dinleyin derim.. Türk Sanat Musikisinde Ankara Radyosu sanatçılarından Fatma Nurten Demirkol’u bir dinleyin bakalım, bana katılacak mısınız? Geçtiğimiz Haftalarda Eliz Avaroğlu’ndan da söz etmiştim.. İşin magazinini bilemem ama ses ve müzikse bunlar… Bana katılacaksınız..
Bu günlük de bu kadar diyelim… Sonra devam ederiz. Başka sürpizlerim de olacak…
Daha çok sanat, daha çok müzik diyeceğiz.