Belki biraz abartılı bir ifade ama, film setlerinin altın bir kuralı vardır:
“Yönetmen Tanrı, Senaryo kutsal kitaptır!”
Breh breh breh!...
Aslına bakarsanız bu dolduruşun arkasına saklanan gerçek şudur:
Burada yönetmene unvan değil, ağır bir yük yükleniyor..
Ya da yönetmen biraz akıllıysa, bundan şunu anlar:
“Kim ne hata yaparsa yapsın, her şeyin suçlusu, sorumlusu sensin! Onun için ayağını denk at, yapıyorsan işini adam gibi yap, yoksa rezil olursun!” demek isteniyor…
Tabi bazı yönetmenler bu tuzağı göremez, bunu bir yücelik, ulaşılamazlık ifadesi olarak anlarlar.
“Vay ben neymişim! Kral benim! Asarım! Keserim! “ moduna girerler.
Bunun sonucu şudur:
Yönetmen, filmiyle birlikte çöpe gider.
Çünkü bu sadece bir deyimdir.. Haşa! Kimse Tanrı değil, hiçbir metnin, hikayenin de kutsallığı yoktur.
Bir yönetmende bulunması gereken vasıfların dile getirilme biçimidir olsa olsa..
Akıllı, çalışkan, o işi yapabilmek için gerekli bilgi, tecrübe ve donanıma sahip, entelektüel,
(“Entel” değil! Entelektüel!)
Çevresindekilere güven veren, konusuna hakim, senaryosunu dikkatle okumuş, hızlı karar verebilen, çevresiyle sağlıklı diyaloglar kurabilen, ekibini işe motive edebilen… hatalarından geri dönmeyi gurur meselesi yapmayan, ekip arkadaşlarına kulak veren ama; tembel oyuncuların ‘zıpçıktı’ fikirlerine teslim olmayan……..
Say babam say!
Demek ki bir yönetmen, hakikaten bu niteliklere sahipse, tanrı olamasa bile, en azından bir Kızılderili kabilesine reis olabilir.
Yönetmenin bir vasfını bilerek atladım, çünkü şimdi onu anlatacağım:
“Yönetmen, ekibini doğru kurar, doğru insanlarla çalışır!
Hayatın her alanında da böyle değil mi zaten?
Dualarda bile var: “Allah karşına doğru insanları çıkarsın.”
Aslında yönetmeni en sona bırakacaktım… Ama yazı beni oraya götürdü..
Şimdi yönetmenle ilgili bütün yazdıklarımı bir kenara bırakıyorum;
Çünkü filmi, aslında yönetmen yardımcıları ve asistanlar çeker.
Yönetmen senaryoyu okur, notlarını çıkarır ve baş asistanına uzatır:
“Al bunu çalış!”
Bu aslında temele vurulan ilk kazmadır.
Baş asistan senaryoyu nasıl çalışacağını iyi bilir.
Artık geminin kaptanı odur…
Biz bu çalışma işine “dekupaj” diyoruz.
Dekupajı yapan asistan; hangi sahnelerin ne gün çekileceğini, sanatçı trafiğini, ulaşım, beslenme, kostüm aksesuar düzenini bir mühendis gibi hesap eder.
Adeta filmi kafasında çeker…
O yüzden de oyuncuların müsaitliğini, özel hayatlarına kadar bilir. Ama ketumdur. Herkese bilmesi gerektiği kadarını anlatır.
Çünkü o saatten sonra yönetmen de baş asistanın yönetimi altında çalışacaktır.
Fazla detaya girmeyelim çünkü bu bir köşe yazısı olmaktan çıkıp kitap olacak kadar uzun hikayeler barındırır..
Başka asistanlar yok mu? Elbette var!
Mesela devamlılık asistanları..
Hareket devamlılığı, kostüm devamlılığı, makyaj devamlılığı, aksesuar devamlılığı……
Ne demek “devamlılık?”
Bakın bunu başıma gelen bir olayla anlatayım size; Hem gülün, hem de devamlılığın ne olduğunu, ne kadar önemli olduğunu anlayın:
Antalya’da iki katlı bir villada bir film çekiyoruz;
Konu: Geçinemeyen bir karı koca, evde sürekli bir sinir harbi, Çocuk bu duruma çok üzülüyor, anne ve babanın ayrılmasından korkuyor ve bunu engellemek için çaba gösteriyor…
Asistanım: “Ergin abi bu gün üst kat sahnelerini çekeceğiz. Yatak odası, küçük kızın odası.. Karı koca kavga edecek, çocuğun endişeli sahneleri var, adam bavulunu hazırlayıp evi terk edecek, anne- kız, baba-kız diyalogları var. Duygusal zor sahneler var. O yüzden aşağı kat sahnelerini yarın sabaha bıraktım.”
“Tamamdır, sen öyle diyorsan bugün ışıkları üst kata kurduruyorum..”
Adam kadınla kavga etti, ayrılmaya karar verdiler, sinirli bir şekilde valizini hazırladı, açık mavi bir gömlek giydi, valizini sağ eline aldı, hızla merdivenlerden aşağı indi.
“Kestiiik!” diye bağırdım ve paydos ettik.
Ertesi gün de babanın merdivenlerden inişini, arabasına binişini, kalan diğer sahneleri de giriş katında çekerek villa çekimlerini bitirdik.
Çekimler bitti, Ankara’ya döndük, kurguya girdik..
Kurgucu arkadaş dehşetle bana döndü: “ Ergin bu ne?”
“Ne ne?”
“Adam merdivenlerden açık mavi düz gömlekle iniyor, aşağıda merdivenlerden pötikareli kırmızı bir gömlekle çıkıyor?”
Başımdan aşağı kaynar sular döküldü… “Kurtaramaz mıyız?”
“Kurtarırız ama çok sakil olur..”
Arkamda oturan kostüm devamlılığıyla ilgilenen asistanıma döndüm, yüzüne şöyle bir baktım…
Uzatmayalım, küçük bir ekip (Yine nereden baksanız 8-10 kişi) tekrar Antalya’ya gittik, o sahneyi yeniden çektik ve döndük… Onca masraf, onca zaman kaybı…
Devamlılık bu işte…
Bu günlük de bu kadar olsun, devamını da “Film setleri 3”te anlatalım..