Vakti zamanında Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) “Şu okullar olmasa Maarif teşkilatını idare etmek hiç mesele değil” demiş..
Film setleri de öyle...
Eğer oyuncular olmasaydı yönetmenlik dünyanın en zevkli mesleklerinden biri olurdu.
Tamam, bugün oyuncuları anlatacağım ama, madem onları sona bıraktık, film setinin bel kemiğinden; kameramandan, görüntü yönetmeninden bahsetmeden olmaz.
Elbette tüm ekip elemanları bir bütünün parçalarıdır. Ama neticede filmi fiilen çeken de kameramandır...
O olmazsa olmaz!
Kameraman demek, kamerayı oyuncunun yüzüne tutan adam demek değil.
Hepsi birer ressam.. Ve hepsinin de farklı birer üslubu var.
Bir kareyi oluşturmak öyle çocuk oyuncağı değil...
Ölçek, asıl objenin arka planı, bir film karesini tablo gibi ortaya çıkarmak, ışık ve gölge oyunları, resime atmosferine uygun gerilimi vermek...
Daha da uzatmayayım, yoksa bu konudaki cahilliğim ortaya çıkacak..
Tabi bu çekilen görüntülerin doğru bir biçimde kurgulanıp ses seviyelerinin, fon müziklerinin, efektlerinin yerleştirilerek film haline getirilmesi lazım.
Sizin anlayacağınız un, şeker, yağ bir araya gelmeden helva olmaz. Helvaya son lezzeti montajcılar, sosyetik ismiyle kurgucular katar...
Film bunlarla sınırlı değil elbette..
Makyözünden kuaförüne, kostümcüsünden aksesuarcısına, set çalışanlarını sete ulaştıran şoförlerden, karınlarını doyuran prodüksiyon amirlerine....
Var oğlu var sizin anlayacağınız..
Söz veriyorum, günü gelince hepsinden bahsedeceğim.
Bir rol için doğru oyuncuyu bulmak o kadar önemli ki...
Sinema, tiyatro, televizyon oyunculuğu...
Magazin programlarında iki gün boy gösteren güzel ablalarımız, yakışıklı abilerimiz iyi oyuncu olmuş olmuyor...
Ama kendilerini öyle sanıyorlar.. İşte mesele de burada başlıyor..
Bakın, sinema sanatı, yapısı gereği, yani bir ucunun halka, izleyicilere açık olmasından dolayı magazini bol bir konu..
Ama emin olun bir film setinin en az bir askeri birlik kadar disiplinli olması gerekir.
Herkesin kendine düşen görevi büyük bir titizlik içinde yapması gerekir.
Tıpkı bir orkestra gibi.
Yanınızdaki sanatçının enstrümanını nasıl çaldığı ya da çalamadığı, orkestra şefinin sorunudur.
Sizin işiniz kendi enstrümanınızı doğru çalmaktır.
İşte o zaman müzik güzel olur ve dinlendiğinde zevk verir.
Aksi halde anlamsız bir gürültü ortaya çıkar.
Film setinin orkestra şefi de yönetmendir..
İşin güzel yürümesi için bağırıp, çağırıp kimseye hakaret etmez.
Orkestra şefi nasıl bu işi zarif el, kol, çubuk hareketleriyle yapıyorsa, yönetmen de sözlerini ustaca kullanıp en iyinin ortaya çıkmasına ikna eder.
Eğer her şeye rağmen enstrümanlardan biri ısrarla yanlış çalmaya devam ediyorsa, tek çözüm vardır:
Onu yollayıp, yerine yeni bir müzisyen bulmak...
Film setinde de durum aşağı yukarı aynıdır. Bir farkla:
Oyuncunun daha önceki bölüm ya da sahnelerde rolü olduğu için oyuncuyu öldürmek gerekir.
Bu cinayet şöyle gerçekleştirilir:
Yönetmen oyuncuyu bir kaç kez uyarır: “Lütfen rolünü ezberle, sette dedikodu yapma, ayrıcalık isteme, set ekibine saygısızlık etme, kimseyi küçümseme, hakaret etme, sete zamanında gel, zamanında git...”
Ama baktı olmuyor; yönetmen senaristle akşam bir yemek yer ve o esnada konuyu açar:
“Falancayı öldürmemiz gerekiyor, ya hastalansın, ya da bir trafik kazası geçirsin...”
Böyle bir hadiseyi ben de yaşadım.
“Bizim Dersane” adında “Hababam Sınıfı” mantıklı, bir gençlik-okul komedi dizisi çekiyorum;
Senaryoyu da kendim yazıyorum..
Bir oyuncu setin huzurunu bozmaya, diğer oyuncuların motivasyonunu düşürmeye başladı.
Çok sevdiğim, çalışkan, fedakar, filmin kameramanı dostum Mehmet Gülmez’e konuyu açtım.
“Bu çocuğu nasıl öldürürüz Mehmetçim?”
“İyi de Ergin’cim, bu dizi bir komedi... Bir öğrenciyi öldürmek fikri... ne bileyim... sanki... bana biraz soğuk geldi...”
“Ne yapalım o zaman?”
“Babasının tayinini başka bir şehire çıkarsak mesela... İşe biraz da hüzün katarız...”
Böylece kansız bir cinayetle film setinin huzurunu sağlamış olduk..
Bu günlük de bu kadar olsun.. Günleriniz müzikle, sanatla dopdolu geçsin...