Ağzımızdan düşmeyen beylik sözler vardır;
“Ölüm ölenin sorunu değil, kalanın sorunu” deriz hep..
 “Ya ölüm olmasaydı, ne yapardık?” sorusunu sorarız..
Hakikaten Ölüm olmasaydı ne yapardık?
Hayat, yani ortalama bir insan hayatı zaman skalası içinde küçücük bir nokta..
Zaman ve mekan üzerine düşündüğümüzde genellikle kafayı üşütecek duruma geliriz..
Yani bu kâinat dediğimiz mekân nerede başlıyor, nerede bitiyor?
Bitince ne başlıyor?
Sonunda bir duvar mı var, duvar varsa arkasında ne var?
Bana fizik felsefesi yapmayın!
Basitçe anlatın!
Yoksa bu sonsuz mekân düşüncesi öyle kolay kolay üstesinden gelinecek bir şey değil…
Zaman da öyle… 
Bu zaman ne zaman başlamış, ne zaman bitecek? O bitince ne başlayacak?
Sinir bozucu sorular bunlar…
Bu bitmeyen mekân içinde bir yolculuk da yapmak istemem,
Bu zamanın sonsuzluğunu görecek kadar da yaşamak istemezdim doğrusu.
Güzel olan şu ki; biz bu çıldırtıcı sorularla muhatap olmayacağız hiçbir zaman!
Hemen kısa bir zaman aralığı içinde doğacağız, yaşayacağız, aşık olacağız, çocuklarımız olacak, karımızla ya da kocamızla kavgalar edeceğiz, ağza alınmayacak hakaretler edeceğiz.
Pişmanlıklar yaşayacağız, keşkelerimiz olacak…
Sonra işe gireceğiz, emekli olacağız. 
Bütün bunların hepsi zaman çizgisi içinde küçücük bir nokta..
Günü gelince de ölüp gideceğiz.
Hele günü gelince bir ölmemeyi deneyin bakalım?
Herkes “e hadi artık” diye gözünüze bakmaya başlar.
Gelmeyi bilmek gibi gitmeyi de bilmek lazım.
Hayatın bir başı, bir de sonu olduğuna kendinizi ikna ederseniz sorunun büyük bir kısmı çözülüyor aslında.
Eğer elinizde bastonunuz sokakta gezinip, dönerken de bakkala, kasaba uğrayabiliyorsanız ne ala!
Ama yataktan çıkamıyor, kendi işlerinizi kendiniz yapamıyor, başkasının eline ayağına düşüyorsanız?
Breh breh breh…
Eğer bu dünyaya gelip,
Genel olarak yapmanız gerekenleri yapıp,
Huyunuza, suyunuza uygun bir - iki evlat, ama hayırlı evlat yetiştirip,
Kimseyi üzmeyip, kimsenin ahını almayıp,
Arkanızda bir iki güzel anı bırakıp, hatta bir iki de çoluk çocuğunuzu rahat ettirecek mal  mülk, banka hesabı bırakabiliyorsanız ne mutlu size.
Çünkü Kalp atmaktan, akciğerler de  nefes alıp vermekten vazgeçince tıpkı bir evin elektriklerinin kesilmesi gibi; 
Önce ampuller, Televizyon kapanıyor, internet gidiyor, kombinin, buzdolabının motoru duruyor.
Derin bir sessizlik…
Bilmiyorum beyin kalpten ne kadar sonra faaliyetlerine son veriyor ama, neticede veriyor işte…
Artık sizin için sevinmek, üzülmek, “daha dünyayı gezemedim, çocukluk sevgilime kavuşamadım, şeftali zamanı bari gelseydi de öyle gitseydim, bilseydim kavun, peynir bir duble de aslan sütü içerdim, şunu da yapamadım, bunu da yapamadım yok…
Üzülmek yok, sevinmek yok, siz yoksunuz!
Arkanızdan üzülenler bile “yahu bu adam toprağın altında buz gibi soğukta ne yapar şimdi?” diye üzülmüyor.
Çünkü o da biliyor bunları hissetmediğinizi…
“Ben onsuz ne yaparım şimdi?” diye üzülecekler…
Dünyada biriktirdiklerinizi oraya götürmek için bir torbaydı, fermuarlı bir cepti.. Hayır!
Ne yaptıysanız burada kalacak..
İyilikler, kötülükler…
Yazdıklarınız, çizdikleriniz…
Bu dünyaya kattıklarınız…
Gariplere uzattığınız eliniz...
Giderayak alacağınız en büyük ödül iki kelime:
“HELAL OLSUN!”
İşte bunu hissedeceksiniz…