Ünlü düşünür Nietzsche’nin bir sözü var:
“Oturup bir yazı yazacağım zaman çevrenin etkilerinden arınmak için adeta bir cam fanusun içine kapanırım.”
Genellikle sıcak gündemin heyecanıyla söylenen sözler, yazılan yazılar; konjonktür değiştiğinde, ya da duygularınız başka tarafa yöneldiğinde havada kalabilir, genel düşünce çizginizden sapar, bir tutarsızlık hissedilebilir.
O yüzden mümkün olduğunca siyasetin sıcak gündeminden uzak durmaya çalışıyorum.
Süleyman Demirel’in dediği gibi “siyasette dün dündür, bu gün bugündür.”
Ama sizin dünün atmosferinde yazdığınız yazıyı bugün okuyanlar;
“Allah allah! Bu adam durduk yere niye böyle yazmış ki?” diyebilirler…
Bu düşüncelerle, yazılarımda, genel olarak; bilimin, sanatın, etiğin; değişmez, evrensel ilkelerine uygun konular seçmeye çalışıyorum.
Ama neticede ben de bir gazeteciyim ve günlük hayatın sıcak atmosferinden kurtulmak o kadar da kolay değil..
Hele hele bu hafta!
Oturuyorum bilgisayarın başına:
“Bir gazeteci göz altına alındı!”
Aradan yarım saat daha geçiyor:
“İki gazeteci daha gözaltına alındı..”
Sonra bir tane daha, bir tane daha…
“İkisi bırakıldı, biri sorguda, sorgudakilerden biri serbest bırakıldı diğeri tutuklandı…”
Bu bir balık avı ya da bowling oyunu değil!
Gazeteci meslektaşlarımızdan, her şeyden de önemlisi insan özgürlüğünden söz ediyoruz.
Gözaltına alınanlar aynı zamanda bir anne, bir baba, bir eş, bir evlat.
Ekmek götürmek zorunda oldukları bir evleri, bakmak zorunda oldukları çocukları, yaşlıları var..
İster istemez empati kuruyorsunuz:
“Ya beni alıp götürselerdi ne yapardım?
Eşim, oğlum ne düşünür ne yapardı?
Komşularım nasıl değerlendirirdi?
Annem babam, kardeşlerim ne hissederdi?..”
İşin kötüsü, tüm bunlar olup biterken başka konuda bir şey de yazamıyorsunuz..
Utanıyorsunuz.
Görmemiş gibi yapamıyorsunuz.. “Bana ne” diyemiyorsunuz..
Çünkü sizin de iyi niyetle yazdığınız herhangi bir cümleyi, başka bir biçimde yorumlayıp suç unsuru bulabilirler..
Kendinizi kime nasıl anlatacaksınız?
İşin doğrusu ortaya çıkıncaya kadar kim bilir başınıza neler gelecek..
Ama işimiz bu!
Yayıncılık konusunda dünyanın usta isimlerinden yurt dışında eğitim aldım:
Gazeteciliğin (Ama hakiki, ahlaklı gazeteciliğin) temel ilkesi şu:
Gazetecinin işi övmek değil, aksaklıkları bulmak, göstermek, dikkat çekmek..
İnsanların mağduriyetlerini sergileyip yöneticileri göreve çağırmak.
Yolunda gitmeyen işleri teşhir edip sorumluları uyarmak..
Platon’a göre “Filozoflar toplumun at sinekleridir, onları rahatsız edip gaflet uykularından uyandırır..”
Gazeteciler de öyle.. Biraz rahatsızlık verdiğimiz doğru.
İşimiz onu bunu övmek değil.. O işin adı başka…
Eskiden saraylarda Kralın kadrolu dalkavukları varmış, Görevleri kralı mutlu etmekmiş.
Üstüne üstlük bazı gazeteci meslektaşlarımız bu göz altıların yarattığı olumsuz psikolojiyi görmeyerek (ya da görmezden gelerek);
“Onlar da işlerini doğru dürüst yapsın kardeşim” gibilerinden yorum yapınca……
O sinirle yıkıcı kırıcı suçlamaların dozu yükseldikçe yükseliyor;
“Dönek! Yandaş! Şu, bu…”
Ve ne yazık ki bu atmosferde asıl yazılması gerekenler, insanlara ulaştırmaya çalıştığınız ahlaka, bilime, sanata, estetiğe dair mesajlar yine erteleniyor…
Ülkenin atmosferini bu kadar gergin tutmanın, bir korku iklimi yaymanın kime ne faydası var bilmiyorum..
Bu gergin hava sürdürülebilir değildir..
Çünkü aynı havayı siz de solumak zorundasınız…